tarihinde yayınlandı Yorum yapın

bir cümle yaşamdık hepimiz

Aklın tüm parlaklığı, kendi kuyusunda hazineler aramaya yöneltiyor insanı; vakti geldiğinde inilmeli o kayalıklara. Yosunlar bağlamış, bilmemişiz; kendi evimizmiş bulmamışız. Ayağımız kaya kaya, başımız çarpa çarpa girişilen bir arayış meselesi. Öyle yolculuklar ki; hem yara, hem çare.

İnsanın kendine -filizlendiği toprağa- biçtiği değerin, geri kalan tüm şeylerden öte bir mahiyetinin olduğunu düşünüyorum. Seçiyor insan; hep bir seçme hâli. Hangi şarkıyı dinleyeceği, kahve yanı kurabiyesi, söyleyeceği sözü, evlendiği kadını, ayrılacağı adamı, gideceği yolu, varacağı yeri seçiyor… Düşüncesi! Düşüncesini seçiyor insan, aklını ne kadar yoracağını, zahmetini seçiyor. Sonra, kendi eseri bir hayat! Hayatın kontrol edebildiğimiz kısmında azımsanmayacak bir mutlak yeteneğimiz var; kendimize ne yollar açmışız, nelerden bezmişiz, kiminle ne izler keşfetmişiz, nasıl davranmışız bedenimize hatta; bunları düşünmeden çıkılmasın geçilen hendeklerden. İnsan, mürekkebi hayatının. Rengi de şekli de sen; yazılan kağıt da sen, metindeki de. Saksısında suladığı sevgili yeşil, aylardan sonra toprağına tutunmuş tohum, pişmiş bir ekmek kokusu hane içinde, başını göğe kaldırıvermek gün ortasında ve boşlukta süzülmekte olan kanatları görüvermek…

Kendi yaşam zeminine uyum sancılarından, yeniden doğmakta yetişkin hallerimiz; tüm iyi niyetli çabalarımız ise, yalnızlığımızı ‘tek başınalığa’ dönüştürmek için. Başından başlamak, pek çok yeniden, pek çok yaşamak, yakın olmak, uzak düşmek, ayrılırken büyümeyi bilmek, farklı kıyılara yanaşmak, kendine bakmak, hatta beğenmek -razı olmak kendinden-, iyi ki olmuş şeyler, “şimdi”ler… Büsbütün kendisine şefkati değil mi insanın? Hayatla, üstün bir uyumla akmak, anlamı yüceltmekten başka ne işe yarar?

Hızır’ıdır insan kendisinin.

Gülümsemeler kadar hüznü de sevsin… canının acımasına izin versin, hatta kimsenin çekmeye cesaret edemediği acılar çeksin. Aşık olsun, olmadığında geçen zamanı sevsin, cesareti neye karşı kullanacağını seçsin. Bir de… bilmesin bazı şeyleri bazen, bilmeyiversin. Sussun bazen… ‘Bilmemek’ olağanüstü tuhaflıkta hoş bir his aslında. Nasıl ki bir kitap, film, resmin her yeniden gözden geçirilmesi ‘başka biri’ olarak gerçekleştirdiğimiz bir faaliyetse, her okuma öncesi henüz ‘yeni şekliyle bilmiyor’ olduklarımız, entelektüel bir hazzı sunuyor. Bu cazibeden doğan lezzeti, ‘yeni’nin evvelimize makyajında buluyoruz. Biçilecek olan yeni ölçüyü bilmiyoruz henüz ve bunu büyük bir heyecanla bilmiyoruz. Nasıl da mütevazı bir başlangıç, hayatın kalanına. Bilmeyelim biraz, bir miktar bilmemeyi de öğrenmek gerek. Bilmediğinin kabulünde olan insan, daha çok öğreniyor. Hep bir yeninin bizleri beklediği, sağlam, eşsiz, bilge bir yaşam bağı.

Hızır’ıdır insan kendisinin; bilinsin. Bir herhangi yaşam sürerken, bir zaman akar herkesin içinden geçen, sakinleşir ve kıvam buluruz. Bu dinginliğin yolu sancılar dolu. Yarım kalmış işlerimizle bir görünmezde buluşup, oralardan yolumuzu geçirmeyi sevmek için döne döne, tekrar ve tekrar elimizi uzatıp yardım isteriz, yardım ederiz kendimize. Düşünürüz, oluşmaktayızdır. Düşünmek ayrı düşmek ya; ayrışmaya başlarız. Bir teşekkür, bir veda, hiçbir şey, anlamlı bir çiçek, mis kokan bir boyun, bir saç savurması, bir akşam üstü serinliği… Ne olursa olsun bu kabul, iki nokta arası bir cümle yaşamdı tüm ilişkiler. Kendinle olan ilişkinse, bir olmuş bitmişleri anımsama. İnsan mürekkebi hayatının, yazdığı bir cümle yaşamdık hepimiz. Bu kısa yaşamlarda sevgiyi söyleyeceğiz, başka yol bilmiyorum.

TE.

25-26.01.2022 — 02.04.2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir